![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
Site İçi Arama |
TÜRKAN SAYLAN VE KANSER
/**/
Yazar: NURAY SOMER BOZBEY | Tarih: 14/01/2011 | Saat: 23:25
Hastanelerin onkoloji bölümleri hep hüzün vermiştir bana. Hastaların gözlerinde umudu, hasta yakınlarının gözlerinde ise çaresizliğin verdiği umutsuzluğu yakalayabilirsiniz. Sedyelerde, tekerlekli sandalyelerde, bekleme koltuklarında kemoterapi sıralarının gelmesini bekleyen, vücutlarının bir organına davetsiz gelip çöreklenmiş canavarın tükenmesi, yok olması için her öneriye, tavsiyeye kulak veren insanlarla doludur koridorlar. Yeniden sağlıklı günlerine dönebilmeyi umut eden insanlarla. Oradaki dostluklar farklıdır, dertler, acılar, ağrılar, çaresizlikler ortaktır. Enfeksiyon kapmamaları için yüzlerine taktıkları maskenin üstünden görebildiğiniz gözleri ile, gözleriniz birleşince, çaresizliğinizi daha bir derinden hissedersiniz. Çocuk hastalar daha da burkar yüreğinizi. Anneleri ise, tüm inançlarına rağmen, kadere isyanlarını yüreklerine gömerler .. Ara ara gazetelerde ünlü sanatçılarımızın veya sporcularımızın Lösemi kliniklerini ziyaret fotoğrafları magazin sayfalarına yansır. Kemoterapi’den dökülmüş saçları ve kirpikleri, yüzlerindeki maskeleri ile o minik yüreklerin ellerine tutuşturulmuş hediye oyuncaklarla, objektiflere bakışlarını içiniz titreyerek izlersiniz, reklamın böylesine isyan edersiniz. Bir kısa film izlemiştim, küçük bir kız, kapıyı açıp karşısında saçları dökülmüş lösemi hastası kardeşini görünce, hemen odasına gidip, kendi saçlarını da kısacık kesiyor, kardeşine veriyordu. Sevginin, paylaşımın kısacık öyküsüydü sanki bu… Geçenlerde bir arkadaşımın annesini “sevgili rahmetli anacığım üzülmüştü” diye anması içimi acıttı ve bana anne yüreği ile ilgili, yaşadığım başka bir anıyı hatırlattı. 4-5 yıl önce bir arkadaşımla Hacettepe Tıp Fakültesi’ne gitmiştik. Kantinde otururken çok güzel bir genç hanım ve eşiyle tanışmıştık. Mutlulukları hemen fark ediliyordu. Genç kızın başındaki peruktan kemoterapi aldığını anlamıştım. Kendisi Hacettepe mezunu, eşi Dil Tarih’te öğretim üyesi idi. Hayat şartları daha kolay olur düşüncesiyle, başka bir şehirdeki üniversiteye tayin istemişler, yerleşmişler ve bir kızları doğmuştu. Bebeği dünyaya gelmeden, hastalığı fark edilmiş, doğumdan hemen sonra tedaviye başlanmıştı. Doktorlar kemoterapi’den sonra bir süre bebeğine yaklaşmasını yasaklamıştı. “Bana bu menhus hastalık değil, yavrumu bağrıma basamamak büyük acı veriyor, kızım ağlayınca kucağıma alamamak korkunç bir şey, onun için eve dönüşlerde otelde kalıyoruz” demişti ağlayarak.. İğnelerden moraran ve şişen kolları, kemoterapi’den sonraki sıkıntılar, yan etkiler hiç umurunda değildi. Tek dileği sevgili yavrusunu yüreğine basabilmek, kokusunu sindirerek içine çekebilmekti. Bütün anneler için en önemli varlığı sevgili yavrusu değil midir?? Bu gün bizlerle olamayan, fedakar, cefakar, yüreği evlat sevgisi ile dolu, bilerek veya bilmeyerek üzdüğümüz, sevgili annelerimizi, sevgiyle, rahmetle anıyorum. Anne olunca, anneliğin ne demek olduğunu daha iyi anlıyor insan… O genç annenin de eşinin sevgi ve ilgisiyle iyileştiğini, minik kızının artık büyüdüğünü tahmin ediyorum ve bunu yürekten diliyorum. Türkan Saylan’ı ilk tanıdığımda kanser bu günkü kadar yayılmamıştı. Onunla ilk tanışmamız Mersin’de Tıp Fakultesi’nden sınıf arkadaşları ile olan bir toplantıda olmuştu,. Kansere yeni yakalanmış, bir göğsü henüz alınmıştı, dernek çalışmalarının henüz başlamadığı yıllardı. Daha sonra dostluğumuz gelişerek devam etti. Mersin’de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kuruluş gecesi öncesi, onunla Kanal 2000 televizyonu için bir söyleşi yapmış, kitlelere ulaşma heyecanını, çalışmalarını aktarma sevincini birlikte paylaşmış, hatta onuruna verilen yemeğe O’nu biraz geç bile bırakmıştım. Sonraki yıllarda vücudunu esir alan hastalığına rağmen, hastalığı “yok” farz ederek bu ülke insanı, bu ülke çocukları için olağanüstü bir çaba ile çalıştı, Kardelenler pıtrak gibi çoğaldı, dernek üyelerinin özverili çalışmaları ile onun rehberliğinde bütün yurdu sardı. Başarıları ülke hudutlarını çoktan aşmıştı artık… Kanser, beklenmeyen ve istenmeyen bir misafirdi bedenlerimizde. Nerede, ne zaman, kaç yaşında, kapınızı çalmadan, sizden onay almadan gelip içinize çörekleneceğini bilemiyorsunuz. Ama sanıyorum, sevgi, şefkat dolu stressiz bir yaşam en iyi ilacı…. Tedavisinin en hassas döneminde evine, anılarına yapılan hain tecavüze, belli etmemeye çalışsa da, sevgili Türkan Saylan’in ne kadar üzüldüğünü, hırpalandığını tahmin edebiliyorum. Onu Kurtuluş Savaşı'mızın başlangıç tarihi olan bir 19 mayıs günü, yüreklerimiz kan ağlayarak uğurladık. Dernek üyesi arkadaşlarının onun bıraktığı meşaleyi zirveye taşıyacaklarına eminim… Ona yapılanların ve iftiracıların utançla anılacağını, Türkan Saylan aydınlığının ise tarih kitaplarında asırlara taşınacağını biliyorum. Geçen aylarda Hasankeyf’e yaptığımız gezide onun eseri olan Atatürk İlkokulu’ndan bir gurup kız öğrenci ile tanışmıştım. Gezi gurubundan ayrılıp, o minik, bıcır bıcır, konuşkan çocuklarla, emekli bir eğitimci olmanın da verdiği duygusallıkla, Dicle kıyısındaki bir çay bahçesinde oturup saatlerle sohbet etmiştim. Bana kendi el emekleri ile yaparak armağan ettikleri bilekliği ise hiç çıkarmadım o günden beri. Çünkü o bilekliğe her bakışımda o minik Kardelen’leri hatırlıyor, Türkan Saylan’ın diğer binlerce Kardelen’i ile birlikte aydınlık Türkiye’nin geleceğini şekillendireceklerini düşünerek umutlanıyorum . Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gönüllüsü olan, tüm arkadaşlarımın yüreklerine sağlık diyorum. İyi ki varsınız ... ![]() |
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |