![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
Site İçi Arama |
İKİ CAMİ ARASI
/**/
Yazar: METİN ATAMER | Tarih: 22/11/2010 | Saat: 20:36Amerika’ya ilk seyahatimde aşırı meraklı olduğum değişik alet ve edevat alma tutkumu gidermek için Norwalk Connecticut’ta bir dükkana girdim. Çift ağızlı anahtar ararken yaşlı bir adam yanıma gelerek ne aradığımı sormuştu. Ben de metrik düzende çift ağızlı anahtarla, alyan anahtar baktığımı söyledim. Hangi ülkeden geldiğimi sordu. Türkiye’den geldiğimi söyleyince elimi tutarak beni bir kenarda bulunan iskemleye oturttu. Bir tabure alarak yanıma ilişti. Adının George olduğunu öğrendiğim kişinin yaşı oldukça ilerlemiş bir görünümü vardı. Kuru esmer yüzündeki derin kıvrımlarda yaşanmış senelerin izleri vardı. Alnı kırışık, gözleri kısık ve koyu siyahtı. Kavruk derisine bakarak Amerika’nın kuzeyi olan bu yöreden olmadığını düşündüm. Mutlaka o da başka bir ülkeden bu yöreye gelmiştir dedim kendi kendime. Kasada duran şişman iri yapılı adam ihtiyara ‘’Hey ne yapıyorsun’’ demeye gelen bir sözle yaşlı adamı ikaz etti. İhtiyar elini havaya sallayıp ‘’Sana ne‘’ der gibi bir hareketle kafasını hafif yukarı kaldırarak taburenin üstüne oturdu. ‘’Sen Türkiye’den mi geldin ?’’ diye bir tekrar sordu. Evet dedim. Başladı çocukluğunu bana anlatmaya. Hangi şehirde doğduğunu hatırlamamakla beraber Anadolu’nun ortasından bir şehirden Üsküdar’a getirildiğini anlattı. Trenle yolculuk ettikleri İstanbul’a kendisi ile beraber birçok çocuğun da geldiğini söyledi. Üsküdar’da bir cami avlusunda hazırlanan yer döşeklerinde bir kaç gün yattıklarını anımsadığını anlattı. Daha sonra bir gemiye bindirilip, Amerika’ya geldiğini söyledi. Büyük bir cami avlusunu hatırladığını fakat bu büyük bahçeli caminin adını bilmediğinden ismini bana sordu. Ben de donup kalmıştım. Vermiş olduğu tarife uyan bir kaç cami vardı. Benimle konuşurken o günleri hatırlayarak gözlerinden inen gözyaşlarına engel olmamıştı. Meydanda Yeni Valide Camii vardı. Bu cami 1710 senesinde Sultan III Ahmet‘in annesi Gülnuş Rabia Emetullah Hatun tarafından yaptırılmıştı. Osmanlı döneminde İstanbul’da iki minareli bir cami yapılması için mutlaka Padişahtan izin gerekmekteydi. Bazı camilerin yapılması için padişah fermanı şarttı ancak, şehzadelerin ve Padişah annelerinin cami yaptırma yetkileri de bulunmaktaydı. Bir başka deyişle isteyen istediği yerde cami yapması Osmanlı döneminde mümkün değildi. Yeni Valide Camii çeşitli yönlere ‘’sekiz ayrı kapısı‘’ olan bahçe içinde güzel bir camidir. Her bir kapının ayrı bir ismi vardır. Çarşı Kapısı, Sebil Kapısı, Bat Pazarı Kapısı, Arasta Kapısı, Balaban Kapısı, İmaret Kapısı, Uncular Kapısı, Değirmen Kapısı, Mescit Kapısı ve İmam Kapısı gibi isimlerle anılır. Bu cami İstanbul’da mimari yapısı yönünden bir eşi bulunmayan cami olarak bilinir. Diğeri ise Salman ağa Camii, fakat Salman ağa camiin hem kendisi ufak, hem de avlusu küçük olduğunu düşündüm. Bir başka cami ise Mihrimah Sultan Camii idi. Mihrimah Sultan adı ve tarihsel hikayesi bence incelenmesi gerekir. Rivayet odur ki Sultan Süleyman, Sultan Orhan’dan sonra tek resmi nikahlı eşi olan Padişahın, Ukrayna asıllı Aleksandra Lisowska , bir başka deyişle Roxelana ve bizim bildiğimiz Hürrem Haseki Sultanın dünyaya getirdiği tek kızı, Mihri Mah Sultan adına yaptırılan bu camii, Istanbulda bir ikinci eşi olan camiidir. Bu caminin yapılması için Mimar Sinan görevlendirilir. Elli yaşında olmasına rağmen Mihri-Mah Sultanı çılgınca seven Mimar Sinan, yaptığı bu iki minareli camiyi bir sultanın eteklerine benzer tarzda inşa eder. Mimar Sinan delice aşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamaz. Mihri-mah Sultan 17 yaşında, siyasi bir karar olduğuna inandığım evliliğini, Diyarbakır valisi Rüstem Paşa‘yla 1539 yılında yapar. Ay ve Güneş ismi ile anılan bu güzel kadın için 1540 yılında yapılmaya başlanan Üsküdar’daki bu güzel cami 8 senede biter. Aynı isimle anılan diğer bir cami de Edirnekapı’da bir tepe üzerinde bulunan Mihrimah Sultan camii, Mimar Sinan’ın kendi başına, icazet almadan yaptığı, 38 metre yüksekliğinde tek minareli caminin mimarisinde umutsuz aşkının izlerini bulmak mümkündür. 21 Mart gündüz ve gecenin bir olduğu tarihte doğan Mihrimah Sultan’ı tarif eden 161 pencereli bu camiinin ana kubbesi, bir sevginin, bir aşkın sadeliğini tarif eden ışıklar içindedir. 21 Mart dönence akşamı caminin minaresinden gün batımında doğuya bakıldığında, Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camiinin iki minaresinin arasından Ayın doğuşunu seyretmek mümkün olduğu kanıtlıdır. Aynı gün Üsküdar’daki caminin minaresinden batıya bakıldığında, Edirnekapı Mihri-Mah Sultan camii minaresi arkasından da güneşin battığı izlenir. Dün bu anıları tazelemek için Üsküdar’a gittim. İhtiyar George‘un sözleri hala kulaklarımdaydı. ‘’Acaba’’ dedim kendi kendime ‘’hangi camii avlusunda beklemişlerdi’’. Vakit öğle vakti idi. Birbirine adım mesafede olan altı camide ezanlar okunmaya başladı. Ezanın her cümlesi, her bir cami minaresinden tek tek okunmakta, bir cümlenin altı cami tarafından ayrı ayrı okunup bitirilmeden, ikinci cümleye geçilmemekteydi. Böylece Üsküdar’da ezan okunması 45 dakikadan fazla sürdü. Hoparlörleri sonuna kadar açılmış, kulakları rahatsız edercesine bağıran imamlar yerine, bir merkezden okunması, 2010 senesinde Avrupa Kültür Başkenti olarak tanımladığımız İstanbul’a yakışmaz mı diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına. ![]() |
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |