![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
Site İçi Arama |
Dilaltıyla Beraber Yaşamak
/**/
Yazar: MAHMUT TEBERİK | Tarih: 14/10/2010 | Saat: 21:20“İlhami bey, Bu dil altı hapını sürekli yanında taşıyacaksın. Göğsünde ağrı olursa bir tane yut. Ağrı devam ederse bir tane daha yut. Ağrı yine devam ederse bir tane daha yut ve en yakın hastaneye yetiş.” Aynen böyle söylüyordu doktor. Gayet sakin, heyecansız, sanki rutin işlerinden birini yapıyordu. Sakin olması doğaldı. Çünkü aynı şeyleri yüzlerce, binlerce hastaya söylemişti. Oysa doktoru dinleyen İlhami, bu tembihin arkasında neler olabileceğini kestirince derin düşüncelere dalmıştı. Cebinde, arabanda, cüzdanında, gece yatarken başucunda dilaltı hap taşımak… Sürekli bir yardımcı ile, cankurtaranla, can simidi ile birlikte yaşamak… Sen yaşamını sürdürürken o seni sürekli gözetleyecek. Gücünün yettiği oranda koruyup kollayacak… Yanında dilaltıyla dolaşırken ölümü hemen yanıbaşında, ensende, kılcal damarlarında, beyninde hissetmek... Yani ölümle birlikte kucak kucağa yaşamak… Yoksa, Musa EROĞLU’nun dediği gibi; aşağıdan, yukarıdan, yolun sonu mu görünüyordu. Gerçekten de görünüyor muydu acaba? Düşünüyordu İlhami… Hiçbir zaman kendisini ölümün yamacından aşağı bırakmamıştı. O hep, ‘ölümün bilincinde’ ama aynı zamanda bunu umursamaz bir tavır içerisinde olmuştu. Doğmayı, yani bu dünyaya gelmeyi, büyümeyi ve yaşlanmayı nasıl olağan karşılamışsa ölümü de bir o kadar doğal karşılamıştı. İlhami için yaşam bir tiyatro sahnesiydi aslında. Onun için yaşam; kişilerin rollerini oynadıkları, kendilerine düşeni söyledikleri ve ekmeklerini kazandıkları bir tiyatro sahnesi gibiydi. Bu sahnede kişi sırasını bilmezse rolünü oynayamazdı. Kendi sırasını bilmesi ise, bütün oyunu bilmesi ile mümkündü. Kişinin kendi rolünü en etkin şekilde oynayabilmesi için;
vb. bilmesi gerekmekteydi. Düşünüyordu İlhami… Hayat, tek kişilik bir oyundur. Bu oyunda herkes tek başınadır. Herkes kendi yaşamında başrol oyuncusu, bir başkasının hayatında bir figürandır. Toplumsal yaşam her ne kadar insanı törpülese de, bir takım duygularını bastırsa da insan aslında bencil bir yaratıktır. Böyle olması da çok doğaldır. Çünkü bu doğanın yasalarına da uygundur. Hayat, kısa gelen bir battaniye gibidir. Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder. Aşağı çekersin omuzların titrer. Ama yine de, neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku uyumayı başarır. Bu dünyada beklentileri ve kişisel tatmin düzeyleri yüksek olan insanların işi zordur. Onlar, yaşam denen battaniyeyi bir yukarı, bir aşağı çekerler. Ne yapsalar yetersizdir. İçlerindeki hırsı bir türlü frenleyemezler. Oysa İlhami, genellikle dizini karnına çekerek uyuyanlardandı. Mahşerin diğer iki atlısını düşünüyordu İlhami… Önemli olan hayatı dolu dolu ve kafana göre yaşamaktır. Dolu dolu ve kafana göre yaşamanın kriterleri herkes için farklıdır. Benim kriterlerim ise çok mütevazidir. Bundan sonra iki dostumla; rakı ve tütünle birlikte yaşamak isterim. Ama bu iki dostun bana, benim onlara selam vermemiz bile yasaklandı. Zaten birisiyle yıllardır ayrıyız. Hani bir söz vardır: “Ömür dediğin üç gündür, / Dün geldi geçti, yarın meçhuldür. / O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.” Oysa ben bugünümü mesut ve bahtiyar yaşamak isterim. Çok ilginçtir, sadece kendisini ve ailesini düşünüyordu. Yaklaşık otuz yıllık siyasal, toplumsal, mesleki yaşamı hiç aklına gelmiyordu.
O, sadece yeni arkadaşını, dilaltını düşünüyordu. Eee dedi içinden. Demek, buraya kadarmış. Bundan böyle başına buyruk yaşamak yok. O çok sevdiğin, onlar olmazsa olmaz dediğin, o muhteşem üçlüyü, mahşerin üç atlısını bu sefer gerçekten dağıtmanın zamanı geldi artık. Ve yaşayıp göreceksin. Dilaltıyla beraber yaşarken ölümü her an yanıbaşında hissetmek nasıl bir duygudur, bunu önümüzdeki zaman gösterecek. Ancak yine de içindeki derin çelişkileri çözemiyordu. Beyninin tam orta yerinde gelgitler oluşmuştu. İki zıt düşünce kemiriyordu adeta beynini:
Yani, “olmak ya da olmamak” ya da “to be or not to be”. Ve son anda nedense Al Capone gelmişti aklına. Al Capone, Amerikan yeraltı dünyasının en ünlü simalarından birisiydi. Ne diyordu Al Capone: “Çocukken her akşam Tanrıya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı’nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı’ya günahlarımı affetmesi için dua ettim”. Her akşam sağlıklı bir yaşam için Tanrı’ya dua etmek mi, yoksa kafasına göre takılıp, gereğini yapıp günahlarını affetmesi için yine Tanrı’ya dua etmek mi? Yaşayıp görecekti. Gün doğmadan neler doğmuştu. Ve doğruldu, doktora baktı. Sadece dinlemişti. Hiç renk vermedi doktora. Evet ya da hayır demedi ya da beden diliyle o anlamlara gelecek bir hareket yapmadı. Zaten doktor da üstelemedi. O nelerini görmüştü. Keyfin bilir, der gibiydi. Yazar Notu: Bu yazı başka bir yerde yayınlanmaktadır.(Yeni Adana Gazetesi) ![]() |
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |