![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
Site İçi Arama |
YALAKA MI, SOSYAL TRİBOLOG MU?
/**/
Yazar: HAMİT SERBEST | Tarih: 13/07/2014 | Saat: 08:11Birçoğunuzun “triboloji” sözcüğünü duymadığına eminim. Makine mühendisi olanlar tabii ki bilirler. Onların işi bu. Her makine çalışırken parçaları birbirine sürtünür. İş yapsın diye harcanan gücün bir kısmı sürtünmeyle kaybolur. Eğer sürtünme çok büyük ise makineye çalışmak için güç kalmaz hepsi sürtünmeyle harcanır gider. Sonuçta o makine iş yapamaz…
Şimdi diyeceksiniz ki, mühendislik eğitimi mi veriyorsun!... Bize ne sürtünmeden, makineden veya triboloji dediğin şeyden… Öyle demeyin, hayatınızdaki herhangi bir işi bir makine gibi düşünün. O makinedeki parçaların yerinde insanlar olduğunu hayal edin. Herkesin bildiği gibi, insanların arasında birçok farklı nedenden dolayı sürtüşme olabilir. İnsan ilişkilerinde çıkan anlaşmazlık, uyuşmazlık gibi sürtüşmelerin ne kadar emek ve zamana mal olduğunu görmeyen, yaşamayan yoktur. Şimdi şu “sürtünme - sürtüşme” dediğimiz sorunun teknoloji dünyasında olduğu kadar sosyal yaşantımızda da varlığını tespit ettiğimize göre sorunların dünyası farklı olsa da çözümlerin benzer olacağını beklemek yanlış olmaz sanırım. Nedir bu çözüm derseniz; bilinen en eski en yaygın çare “yağlama”… İster makine ister insan uygun şekilde yağlayabilirsen mesele kalmadı demektir. Hem makine tıkır tıkır çalışır, daha az enerji harcar hem de insanlar “al gülüm ver gülüm” ilişkisini kolayca geliştirirler. Peki ama bu “uygun şekilde yağlama” denen işi nasıl yapacağız? İşte tam bu noktada, sürtünme, aşınma, yağlama,… gibi olayların bütününü inceleyen, “triboloji” bilim dalı devreye girecek. Bu bilim dalının uzmanlarının geliştirdikleri uygun yağlama yöntemleri de insan ilişkilerine uyarlanacak. İnsanın doğasında olan bir özellik olması nedeniyle bu konudaki yetenek tabii ki önemlidir. Ama, her konuda olduğu gibi bu konuda da eğitim şart… Tabii diyeceksiniz ki eğitimi kim verecek nerede verecek? Bence toplumsal yaşantıda bu kadar önemli bir yere sahip bu konuya bilimsel bir yaklaşım kazandırmak gerekir, o nedenle de bu alanda yeni bir eğitim programı kurgulama görevi YÖK’e düşer. Üniversitelerde “Sosyal Triboloji Bölümleri” açabilirler. Eğitmen konusuna gelince sanat fakültelerinde yapılan burada tekrarlanabilir. Üstün yetenekli, çekirdekten yetişme saz sanatçılarına YÖK Profesör unvanı vermişti. Daha sonra bu kişiler de geriden gelenleri eğiterek eğitmen kadrosunu oluşturdular. Bu alanda da çekirdekten yetişme üstün yetenekli bir çok üstad var. Konuşmaya bir başlayınca dinleyenleri alıp başka diyarlara götürür, sustuklarında ise dinleyenler kendinden şüpheye düşer. Üstadların eriştikleri mertebeleri siz anlayın artık… Kendilerini en iyi şekilde yetiştirmiş bu insanlara "Sosyal Triboloji Profesörü” unvanı verilebilir. Yeni bir eğitim kurumu olacağına göre burada yetişecek meslek insanlarına bir de unvan bulmak gerek. Bence, bu kurumlardan mezun olacak kişilere, "sosyal tribolog” adı yakışırmış gibi duruyor. Ne dersiniz, olmaz mı yani?… Bu insanlara “yağcı” diyecek halimiz yok ya!!! Tabii devlet kurumlarına, belediyelere mutlaka en az birer tane "sosyal tribolog" kadrosu verilmeli. Hatta özel kurum ve kuruluşlara da tıpkı “iş sağlığı iş güvenliği” uzmanı gibi bir "sosyal tribolog" istihdam etmeleri şart koşulmalıdır. Araştırma şirketi olan bir arkadaşıma bahsettim, çok ilgilendi. Baktım bir araştırma yaptırmış hemen, çok ilginç sonuçlara ulaşmış. Elemanlarının hazırladığı rapora göre bir çok üst düzey yönetici gayri resmi olarak "sosyal tribolog” diyebileceğimiz vasıftaki insanları zaten çalıştırmaktaymışlar. Yöneticiler, çalışanlar arasından bu konuda en çok ümit vaad edeni seçip "sosyal tribolog" gibi görev yaptırmakta imişler. Ama bu incelemeden aynı sonuç çıkmış: eğitim, eğitim, eğitim… Çünkü giderek karmaşıklaşan bu dünyada yöneticilerin ihtiyaçlarının alaylı "sosyal tribolog”larla karşılanması artık imkansız hale geldiği tespit edilmiş. Bu sonuca şaırdım mı? Hayır. Çünkü, öylesine basit bir konu değil ki. İnsanlık tarihinin her evresinde ve her toplumda hep önemli bir yere sahip olmuş. İnsanlar bu konuya ilgilerini hiç kaybetmemişler; bir kısım insanlar bu alandaki maharetlerini sergilemeye ve geliştirmeye çalışırken hali-vakti iyi olanlar, toplumda güçlü bir konumda bulunanlar da bu maharet ürünlerinden yararlanma yolunu seçmişler. Böylece, ekonomik kayıpların oluşması önlendiği gibi kişisel kazanımlar edinilmesine de imkan sağlanmış. Bu temel anlayış çerçevesinde kurum ve kuruluşlardaki ast-üst ilişkileri de daha verimli olarak düzenlenebilmiş. Bu sistemin en güzel örneklerinin günümüzde sergilenmekte olduğunu sanırım herkes görmekte ve bilmekte. ![]() Ancak, zaman zaman bu konuda kendini hiç geliştirmemiş kamu çalışanlarının olduğunu da gözlüyoruz; özellikle emniyet, ordu ve yargı mensupları arasında. Çok şükür üniversitelerimizde böyle hocalar yok. Ne de olsa ilim-bilim ile iç içe bir yaşam sürüyorlar, onların da eğitime ihtiyaçları olacak değil ya! Onlar mükemmel bir şekilde birbirlerini eğitiyorlar, hele geriden gelen genç kuşak bu konuda mükemmel.
Şimdi diğer kamu çalışanlarına dönecek olursak, o konuda da bir önerim var. Birkaç sene öncesine kadar, üniversitelerin fizik, kimya, matematik bölümlerinden mezun olanlar pedagoji eğitimi alıp öğretmenlik yapabiliyorlardı. Teknik Eğitim Fakülteleri bol miktarda bu alanlarda öğretmen yetiştirince bu uygulama kaldırıldı. Ama bu geçiş döneminde hem o mezunlar iş imkanı buldular hem de öğretmen ihtiyacı karşılanmış oldu. Fen Bilimleri öğretmenliği uygulamasına benzer şekilde “Sosyal Triboloji Bölümleri” üniversite mezunlarına “sosyal tribloji uygunluk eğitimi” verebilirler. Böylece, mevcut insan kaynaklarımızı da toplumsal düzene yararlı bir şekilde değerlendirmiş oluruz. Ancak, tereddütte kaldığım kendi aklımda çözümleyemediğim bir nokta olduğunu belirtmek zorundayım. "Sosyal Triboloji" de tıpkı "triboloji" gibi disiplinlerarası bir konu. Bir yanı sosyal bir yanı teknik bir bilim ama bunun bir de sanatsal boyutu var. Hangi yönünün daha ağır bastığını kestiremiyorum. Bu da mutlaka netleşmesi gereken bir konu. Çünkü sanat yönü ağır basıyor denirse “Sosyal Triboloji Bölümleri”nin Sanat Fakülteleri bünyesinde açılması gerekir, sosyal yönü öne çıkıyorsa da Sosyal Bilimler Fakültesi bünyesinde olmalıdır. Sanat Fakültesinde açarsanız öğrencilerinizi “yetenek sınavı” ile alırsınız. Sosyal Bilimler’de açarsanız üniversite giriş sınavıyla almak zorundasınız. Sanırım bu konuya günümüzdeki üstadların karar vermesi gerekir. Bir ulusal kongre ve beraberinde bir beyin fırtınası toplantısı ile çözüm bulunabilir düşüncesindeyim. Böyle bir çalışmanın gereken ilgiyi görmesi ve beklenen sonuçları verebilmesi ancak devletin en üst kademelerinden destek ve teşvik görmesi ile olabilir. O nedenle, bu toplantının ülkemize yakışan şekli ve adı şöyle olmalıdır: “Sayın Cumhurbaşkanımızın Himayelerinde Düzenlenecek Olan I. Ulusal Sosyal Triboloji Kongresi”… Bu Kongrenin aynı formatta bir yıl ulusal bir yıl da uluslararası düzenlenmesi daha uygun olur. Böylece dünya bilim tarihine de böyle önemli bir konudaki katkılarımızı altın harflerle yazdırmış oluruz. Değerli okurlar, Bu yazımın motivasyon kaynağı, insanların uzmanlıklarının getirdiği saygınlığa kavuşmalarını sağlamaktır. Ancak, bu konuda gerek yetenek olarak gerekse deneyim olarak çok yetersiz olmam nedeniyle önerilerimde hatalar olabilir. Bu alanda üstadlık mertebesine erişmiş dostlarımızın görüş, öneri ve eleştirilerini esirgemeyeceklerine inanıyorum. Böylece, başkalarının deneyimlerini gözlemleyerek yaptığım önerileri iyileştirme fırsatı yaratılacaktır. Böylece, eski ve köklü bir mesleği yasallaştırmış olacağız… Zor mu diyorsunuz? Bence hiç değil!… Toplumda bireyler vatandaşlık görevlerini yapmayıp, iyi lider, iyi yönetici,… aramayı sürdürürse, söylenecek tek bir şey var: Bekleyin, az kaldı! Hep birlikte daha neler göreceğiz… ![]() |
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |