![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
Site İçi Arama |
HOCAM PROF. DR. MİTHAT İDEMEN…
/**/
Yazar: HAMİT SERBEST | Tarih: 01/12/2013 | Saat: 09:57Bu ülkede elektrik/elektronik mühendisliği eğitimi alıp da Mithat İdemen adını duymamış birisi olacağını sanmıyorum. Karma Sınır-Değer Problemleri, İntegral Dönüşümler, Elektromagnetik Alan Teorisi, Difraksiyon Teorisi ve Ters Saçılma Problemleri üzerinde araştırmaları ve uluslararası nitelikteki dergilerde yayınlanmış birçok makalesi vardır. İTÜ Vakfı Bilim Ödülü, Mekanik dalında Ağaoğlu Ödülü, Ukrayna-Odessa’da N. A. Khizhnyak Ödülü yanısıra geliştirdiği integral dönüşüm ile Sedat Simavi ödülünü, Kırınımın Geometrik Teorisindeki çalışmalarıyla TÜBİTAK Bilim Ödülünü almıştır. Birçok uluslararası saygın bilimsel dergilerde editörlük, yayın kurulu üyeliği, hakemlik görevleri yapmış, halen de yapmaktadır. Ben ve benim gibi “İdemen Ekolü”nden yetişmiş birçok insan bugün yurt içinde ve yurt dışında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Mithat Hocamın bilimsel yönünü anlatmak veya İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yarattığı ve tüm dünyada saygın bir yeri olan “İdemen Ekolü”nü tanıtmak amacında değilim, çünkü birçok kişinin bunları zaten bildiğini düşünüyorum. Bilmeyenler ise isterlerse internette “Mithat İdemen” sözcüklerini aratarak bu bilgilere çok rahatlıkla erişebilirler. Ben bu yazıyla, elimden geldiğince ve gözleyebildiğim kadarıyla, Hocamın bilimsel üstünlüklerinden ziyade yaşamından çıkarabildiğim dersleri paylaşmak istiyorum. Mithat idemen ile birlikte olmak sadece zengin bilimsel bilgilere ulaşmak değildir. Aynı zamanda; öğretim üyesi olmanın ne demek olduğunu, bilimin gelişiminin temelinde insanın “merak” duygusunun yattığını, dürüstlüğün özellikle de bilimsel dürüstlüğün erdemini, emeğe ve bilgiye saygı duymayı, insan olmayı ve insani kusurları hoş görmeyi öğrenmek demektir. Ben bu şansa sahip olan az sayıdaki insanlardan birisi olma ayrıcalığını ve mutluluğunu yaşadım. Mithat İdemen Hocamın yanında ve yakınında bulunabilmek hayatın bana verdiği belki de en önemli şans oldu. Almanya’da bir öğrencinin doktora çalışmasını birlikte yaptığı hocaya (cinsiyetine bağlı olarak) öğrencinin “Doktora Babası (Doktorvater)” veya “Doktora Annesi (Doktormutter)” denir. Bizim Amerika’dan uyarladığımız sistemimizde kullanılan “doktora danışmanı” veya “doktora yöneticisi” terimlerine kıyasla anne-baba sözcüklerinin yüklediği anlam ve sorumluluk çok daha derindir. Ayrıca, anne-baba kelimelerinin biyolojik anlamı ile benzeştirildiğinde “doktora” çalışmasından beklentinin de ne kadar yüksek olduğu görülür. Gerçi; gerek bugün gerek geçmiş yıllarda ülkemizde tez yöneticisi olan kaç kişi böyle bir unvanı hak edecek biçimde hocalık yapmıştır, o da ayrı bir konu. Ama daha önce de söylediğim gibi, ben şanslı olanlardanım. Benim “Doktora Babam” oldu, Prof. Dr. Mithat İdemen… İTÜ Elektrik Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarımda çok değerli Hocalarım oldu tabii, hepsini şükranla ve minnetle anarım. Fakat Mithat hocamın yeri bambaşka!... İTÜ Elektrik Fakültesinde, 1971 girişli öğrenciler olarak, Mithat İdemen ile üçüncü sınıfta tanıştık. İlk derslerden itibaren tüm öğrencilerin sevgisini ve saygısını kazanmıştı, anlattıklarını dinlemek bir zevkti. 1970 girişliler, “elektromanyetik dalgalar” dersini anlattığı ilk öğrencileri olmuştu, biz ikinci sınıfı idik. Ders kitaplarının olmadığı yıllardı, derslerde Hocalar anlatır öğrenciler not tutardı.
1980’li yıllarda Elektromanyetik Alanlar Kürsüsü (Gümüşsuyu). Soldan: T. Şengör, Prof. Dr. M. İdemen, Kürsü başkanımız Prof. A. Akhunlar, Doç. Dr. N. Yükseler, H. Serbest ve A. Büyükaksoy. Önde: E. Erdoğan ve Sekreter N. Erdal. Mithat Hoca ders notu dağıtan ilk Hocamız oldu, her hafta derse gelirken anlatacağı kısmı öğrenci sayısı kadar çoğaltılmış olarak getirirdi. Birlikte çalışmaya başladıktan sonra gördük ki, ilgi duyduğu her konuda ders kitabı olacak nitelikte kendi el yazısıyla notlar hazırlamış. Hazine bulmuş kadar sevindiğimizi hatırlıyorum, bizler için gerçek bir hazineydi. Bu notların birçoğunu daktilo ettirip, şekillerini ve formüllerini elle yazmıştık. O günlerde her türlü formülü ve şekli yazabilecek bilgisayar teknolojisi yoktu, çoğaltma işini de teksir makinesinde yapmıştık. Mithat Hocadan 3. Sınıfta aldığımız ders sırasında ben ve arkadaşım Eren (Kutman Erdoğan) hemen kararımızı vermiştik, son sınıftaki bitirme ödevini Mithat Hocayla yapacaktık. Hayalimiz O’nun asistanı ve öğrencisi olmak, Yüksek Lisans ve Doktora yapmaktı. Bu hayalimize kavuştuk, mühendis diplomamızı aldıktan sonra Gökhan (Uzgören) da bize katıldı ve biz üçümüz Mithat Hocanın ilk asistanları olma şansını yakaladık. O’nunla çalışmak muhteşem bir şeydi, hiçbir sorumuz cevapsız kalmazdı. Sıkılmadan anlatırdı, biz de büyük bir ilgi ve hayranlıkla dinlerdik. Yıllar geçtikçe seçimimizin ne kadar isabetli olduğunu çok daha iyi anladık. 1971 girişli sınıftan 12 kişi asistan olarak Fakültede çalışmayı tercih etmiştik, sınıfın toplam mevcudunun % 10’dan fazlası. Bu 12 kişiden sadece üçümüz Eren, Gökhan ve ben doktoramızı tamamlayabildik, diğer arkadaşlar ayrılıp farklı yollara gitmeyi tercih ettiler veya etmek zorunda kaldılar.
1980’li yıllarda İTÜ Gümüşsuyu binasında Mithat Hoca ile asistanları bir ders anında. Asistanlığımızın birinci senesinde bize öğrencilik dışında bir iş yaptırmadı, görev tanımımız yüksek lisans derslerine girmek ve araştırma yapmaktı. Devlet size bilim yapmanız için maaş veriyor derdi. Bizden istediği tek şey okumamız ve yeni şeyler öğrenmemizdi. Haftanın iki gününü bize ayırır ve her hafta hangi dergileri taradığımızı, hangi makaleleri incelediğimizi sorardı. Geriye dönüp baktığımda, o ilk yılımızı ne kadar Hocamızın istediği kadar verimli ve bilim dolu geçirdik emin değilim. O’nun kadar çalışabilmeyi istesek de enerjisine, çalışkanlığına yetişemedik. Aradan geçen 40 senede bu hiç değişmedi, her zaman hepimizden daha çok çalıştı ve halen de çalışıyor… Çalışma hayatımızın ikinci yılına başladığımızda 3. Sınıf derslerinde uygulamaya gireceğimizi söyledi, uygulama saatlerinde problem çözecektik. Öğrencilerin teorik konuları daha iyi anlamalarına yardımcı olacaktık. Üç arkadaş yazı hazırlıkla geçirdik, çok heyecanlıydık. İlk uygulama dersinden bir gün önce Mithat Hoca bizi yanına çağırdı ve ders anlatımı konusunda kendi anılarını da katarak bizlere sohbet kıvamında nasihatler verdi. Aklımda kalan en önemli şey şu sözleri oldu: “Öğrenci size çok değişik şeyler sorar, cevaplamakta zorlanacağınız sorular da olabilir. Sakın bilmediğiniz şeyleri öğrenci deyişiyle ‘sabunlamaya’ kalkmayın. Öğrenci bunu hemen fark eder. O an belki bir şey söylemez, ama artık size saygı duymaz, inandırıcılığınızı yitirirsiniz. Böyle bir durumda bilmiyorum demelisiniz. Her şeyi bilmek zorunda değilsiniz ama öğrenmek ve anlatmak zorundasınız. Bilmediğiniz sorunun cevabını araştırıp öğreneceksiniz ve bir sonraki hafta öğrencilere anlatacaksınız.” Bu hepimiz için tam bir hayat dersi olmuş ve “bilmiyorum” diyebilmenin de bir erdem olduğunu öğrenmiştik... Mithat Hoca ile kısa bir sohbet veya birliktelik onun matematik tutkusunu görmek için yeterlidir. Bizler de Hocamızla tanıştığımız ilk dersten itibaren bu matematik bilgisine ve karmaşık fiziksel olayları açıklayan denklemlerle oynama becerisine hayrandık. Teorik çalışmalara olan tutkusunun da matematik aşkından kaynaklandığını gördük. Öğrendik ki; İTÜ’ye girişte matematik derslerinin daha ağırlıklı olduğu düşüncesiyle Makine Fakültesi’ne kayıt yaptırmış, ancak ikinci sınıfın sonunda beklediğini bulamayınca Elektrik Fakültesi’ne geçmiş. Yüksek Mühendis diplomasını aldıktan sonra yine aynı tutkuyla Makine Fakültesi Matematik Kürsüsüne asistan olarak girmiş. Doçent unvanını aldıktan sonra Elektrik Fakültesi Alanlar Kürsüsüne gelmiş. 1963 yılında TÜBİTAK Bilim Kurulu Başkanı olarak Ord. Prof. Dr. Cahit Arf’ın araştırmaya meraklı gördüğü gençlerden oluşturduğu küçük grubun içinde Mithat İdemen’in de yer almış olması matematik tutkusunu araştırmacı olarak da sürdürme imkanı sağlamış. Halkalıdaki Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi'nde yarı zamanlı çalışan bu grup ile 1968 yılında İTÜ İnşaat Fakültesi bünyesinde “TÜBİTAK Tatbiki Matematik Ünitesi” kurulmuş. 1972 yılında da Gebze yerleşkesine TÜBİTAK Marmara Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Enstitüsü Uygulamalı Matematik Ünitesi olarak taşınmış. TÜBİTAK Başkanı’nın da matematik profesörü olduğu bir dönemde Temel Bilimlerin Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Yerleşkesine taşınması üzerine Mithat Bey kendisi gibi ülkemizde matematik biliminin gelişimini sağlayan meslektaşlarıyla birlikte TÜBİTAK ile bağını koparmıştır. Öğrencileri olarak Mithat Hoca’dan aldığımız temel değerleri yaşatmaya ve bizden sonra gelenlere aktarmaya çalışıyoruz. Bu ilkelerin başında “Bilimsel Ahlak ve Dürüstlük” geliyor. Doğruları savunma, yanlışları eleştirme cesareti de hayranlık duyduğumuz özelliklerindendi ve görmüştük ki bu tamamen bilgiye dayanan bir davranış biçimidir. Eleştirinin geçekte karşıdaki insana kendini geliştirebilmesinin yolunu göstermek olduğunu anladık. Ancak, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamayacağını ve mutlaka değerlendirilecek çalışmayı önce çalışmak, öğrenmek gerektiğini öğrendik. Mithat Hocanın doktora tezlerini ve doçentlik dosyalarını tek tek incelediğini, eserlerdeki formüllerin, eşitliklerin ara işlemlerini sıkılmadan tekrarladığını gördük. Mithat Hocamın büyük bir hoşgörü sahibi olduğunu benim ilk yıllarda yapmamam gereken bir davranışıma hiçbir tepki vermemesiyle hissetmiştim. Ama yıllar içinde gördük ki, hiç kimseye ne kızdı ne de bağırdı… Tabii bu sakinliğine de hayrandık; ancak, bu sakin görünümün arkasında fırtınalar koptuğunu kalp rahatsızlığı geçirip ameliyat olduğunda anladık. Ameliyattan bir gün önce kendisini hastanede ziyaret ettiğimde düşünceli görünüyordu. Ortamı yumuşatacak bir şey yapmış olmak için “hocam şanslısınız ki kriz gelmeden fark edildi, ameliyat sorunu kökünden halledecek” dedim. Mithat Hocamın yanıtı çok ilginçti: “Acaba bu bir şans mı ki!” dedi. “Ameliyat olmasam bu kalp bir gün bir yerde tekleyecek ve farkında bile olmadan dünyamı değiştirebilecektim. Ama ameliyat bu fırsatı elimden alacak ve son kim bilir nerede ve nasıl gelecek?” diye ekledi. Verecek cevap bulamamıştım, karşılaştığı soruna yaşadığı tatsızlıkların neden olduğunu belki de düşünüyordu. Gayet düzenli beslenen, sigara içmeyen, aşırı kilosu hiç olmamış birisinin kalp damarlarını tıkayabilmesinin zaten başka bir nedeni olamazdı. O yıllar Hocamızın İTÜ’de rahatsız edildiği, üzüldüğü yıllardı… Mithat Hocamın 1974 yılında yayınladığı bir makalesi ile Belçikalı bilim insanı Prof. Van Bladel’in kitabından yapılmış 5-6 sayfalık bir bölümün kopyaları bir gün isimsiz zarflarla Türkiye’nin dört bir tarafına postalanmıştı. Büyük boy bir zarf içinde gönderilen belgelere bakanların ilk izlenimi Mithat Hocamın makalesinde yazdıklarının “intihal” olabileceği ihtimaliydi. Zarfı gönderen adını yazmadığı gibi içine de hiçbir not veya açıklama koymamıştı. Amacın Mithat Hoca hakkında kuşku yaratmak olduğu açıktı. Söz konusu çalışmalara biz öğrencileri kadar vakıf olmayanlar Prof. Van Bladel’in kitabında Mithat Hoca’nın makalesine atıf verildiğini nereden bileceklerdi ki… Bunu yapan kişinin kendisiyle akran olan bir meslektaşı olduğu bir zaman sonra belirlendi. Dekanın O kişiyle konuyu görüştüğünde postaları kendisinin gönderdiğini itiraf ettiğini öğrenmiştik. Buna rağmen, O kişinin “kötü bir niyetim yoktu” demesi konunun dekanlık tarafından kapatılması için yeterli olmuştu. Bunu takip eden başka olaylarla Mithat Hoca Üniversitesi’nden ayrılma noktasına getirildi. Ülkemiz bilimine çok büyük katkılar sağlamış, bu disiplindeki çalışmaları uluslararası platformlara taşımış, birçok öğrenci yetiştirmiş, daha yapabileceği çok hizmetler olduğu bir yaşta iken sorunlar karşısına dikildi. Rektör değişimi ile birlikte tüm üniversitede birçok şey değişmeye başlamıştı. En köklü değişiklikler ise Elektrik Fakültesinde yaşandı, halk tabiriyle “ayaklar baş, başlar ayak” yapıldı. Rektörlük gücünü arkalarına alanların yaptıklarına bakılınca yıllardır kıskançlıklarından çatladıkları anlaşılıyordu. Aslında Mithat Hocanın yaptığı tek şey çalışmaktı, sadece bilim ile ilgilenirdi ve belki de çoğunluğu rahatsız eden yönü buydu. Çünkü farklıydı ve farklı olduğu da belliydi… Kısa zamanda amaçlarının bıktırmak, sindirmek ve kaçırmak olduğu anlaşıldı ve bunu da el birliğiyle başardılar. Mithat Hoca gibi bilimsel yaklaşımları benimseyen, savunan diğer hocalar bu süreçte ne mi yaptılar? Ne yapabilirlerdi ki? Bu aşamada konu onları ilgilendirmiyordu!... Ayrılma kararı verdiğini duyduktan sonra ziyaretine gittim, yaşanan olayları konuştuk. Mithat Bey bizlere, belki de nasihat olarak, demişti ki; “Çocuklar hayatta ne yaparsanız yapın ama insanları rahatsız edecek şeyler yapmayın.” Ne demekti “insanları rahatsız etmemek”? Mithat Bey çalışmaktan, kendi işini yapmaktan başka ne yapmış olabilirdi ki insanları rahatsız edecek? İnsanlar rahatsız olmasın diye çalışmaktan vaz mı geçmeliydi?
İTÜ Vakfı Sosyal Tesislerinde Prof. M. İdemen için düzenlenen Emeklilik yemeği: (arka sıra)R. Erdoğan, G. Uzgören, A. Alkumru, A. Büyükaksoy, E. Erdoğan, F. Birbir; (ön sıra) Mithat ve Güner İdemen, H. Serbest Bu süreçte Mithat Beyin bilgisi dışında belki de haddimi aşarak Rektör’e mektup yazdım. Prof. Dr. Mithat İdemen’in yaş haddini doldurmadan emekliliğini isteyip ayrılmasının İTÜ için çok büyük bir kayıp olacağını ve en az İTÜ’lü olmakla gururlandığım kadar Prof. İdemen’in öğrencisi olmakla da gurur duyduğumu bildirmiştim. Bu mektup üzerine Rektör beni arayarak yanlış bilgi sahibi olduğumu Mithat Hocamın emeklilik dilekçesini kabul etmeyeceğini söyledi ve endişe etmeyin diye de ekledi. Rektörün, daha sonra, Mithat Hocamı makamına çağırıp emeklilik dilekçenizi ben yanlışlıkla imzalayıp Ankara’ya göndermişim vazgeçmek istiyorsanız geri isteyeyim dediğini öğrendim. Birkaç ay sonra aynı Rektörün Mithat Beyin yeni görev aldığı üniversitenin rektörüne “Mithat beyi aldığınıza sevindim, birkaç kişi daha var, onları da alsanız iyi olur” dediğini duyunca söyleyecek söz bulamadım. Yoruma gerek olmadığını, ayrıca böyle konularda kişilerin ismini zikretmenin de gereksiz olduğunu düşünüyorum. O yılları bilenler olaylara taraf olanların kimler olduğunu zaten hatırlıyordur. Bilmeyenler içinse Ali veya Ayşe olmasının hiçbir farkı yoktur. Bunları anlatmamın nedeni kişileri gündeme getirmek değildir. Sistemin garipliklerini ve yöneticilerin keyfiliğinin yarattığı olumsuzlukları vurgulamaktır. Yaş haddini doldurmadan 16 Mayıs 1997 tarihi itibariyle emekliliğini isteyip ayrılması görevden kaçmak değildi, ilkelerine ters düşen durumlarda hiçbir görevi kabul etmedi. Yükseköğretim Kurulu faaliyete geçtikten sonra 1982 yılındaki rektör atamalarında Karadeniz Teknik Üniversitesi rektörlüğü teklif edilmiş ama ilkelerine uymadığı için kabul etmemişti. İnandığı konularda ise tam bir görev insanıydı. TÜBİTAK Bilim Adamı Yetiştirme Grubu ve TÜBİTAK Bilim Kurulu üyelikleri yaptı. Sanırım en çok zevk alarak yaptığı görev 1985-1989 ve 1991-1995 yılları arasındaki TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü Matematik Bölümü Başkanlığı idi. TÜBİTAK MAM’da Pür ve Uygulamalı Matematik Bölümü Burhanettin Altan, Hüsnü Erbay, Hasan Selbuz, Hasan Taşeli, Saadet Erbay, A. Büyükaksoy, Hilmi Demiray, Baki Baykara, Metin Demiralp, Vasfi Eldem ve Bölüm Başkanı Mithat İdemen Matematik Bölümü bilimsel yayınları ile Marmara Araştırma Merkezinin hep gurur kaynağı olmuştu. Ama 80’li yılların sonuna doğru TÜBİTAK Genel Sekreteri olan kişi insanların bilimselliği yerine siyasi eğilimlerine öncelik verince Bölüm boşalmaya başlamıştı. Bilim insanlarının kimisi kendi rızası ile ayrılmış, kimisi de sözleşmeleri yenilenmeyerek uzaklaştırılmıştı. Bu tatsız sürecin son günlerinde TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine Mithat Hocamı görmeye gittim. Temel Bilimler binasının tamamı terk edilmişti, eski halini bilen birisi olarak içim sızladı. Odalarda masalar sandalyeler sağa sola savrulmuş, gidenlerin bıraktıkları eski birkaç dergi parçası ve kağıtlar kalmıştı sadece. Mithat Hocamın odası en üst kattaydı, oraya çıktığımda odasını topluyordu. Beni görünce işi bıraktı, sohbet ettik. Birçok şey söyledi, ama Temel Bilimler Enstitüsünün durumu için söylediği şu sözleri unutamadım: “Naziler de Paris’i işgal ettiklerinde ancak bu kadar zarar vermişlerdir…”. Bilime ve bilimsel yaklaşıma duyduğu saygıdan matematik kadar diğer temel bilim alanlarına da sevgi besliyordu. İnsanoğlunun bu dünyadaki varlık nedeninin aklını kullanması ve akla dayanan ürünler sunması olduğunu, bunun için bilgiden daha çok merak dürtüsünün önemli olduğunu düşünürdü. Bilimin sipariş ile yapılamayacağı, hele belirli bir ücret karşılığında bilimsel araştırmanın mümkün olmadığı inancındaydı. Ama ne yazık ki; kendisi de bir matematikçi olan o dönemdeki TÜBİTAK Başkanı ve ekibi öyle düşünmüyorlardı. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nde (MAM) yaşanmaya başlanan değişim süreci sonunda endüstriyel araştırma ve geliştirme stratejik hedef oldu. Müşteri memnuniyeti, kalite ve verimlilik, … gibi kavramlarla yönetilmeye başlandı ve sanayiden “iş almak” önem kazandı. Ne yazık ki, temel bilim olmadan uygulamalı bilim veya endüstriyel araştırma yapılamayacağı göz ardı edildi. Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü, 1996 yılında Marmara Araştırma Merkezi’nden ayrılarak TÜBİTAK Başkanlığı’na doğrudan bağlandı ve TÜBİTAK ile Boğaziçi Üniversitesi arasında imzalanan protokol çerçevesinde, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Yerleşkesine taşındı. Bu olaylar sonucunda önce Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü Matematik Bölümü Başkanlığından istifa etti, daha sonra da TÜBİTAK Bilim Kurulu Üyeliğinden ve URSI (International Union of Radio Science) Türkiye Milli Komitesi Başkanlığından… TÜBİTAK Matematik Bölümünde Prof. Bahattin Baysal ve Prof. Yavuz Nutku ile veda partisinde… (Ekim 1996) Mithat Hoca’nın gözünde TÜBİTAK çok değerliydi, ülkede bilimin gelişmesini sağlayabilecek tek yapı olarak görüyordu. O nedenle, 1963 yılında başlayan gönül bağını TÜBİTAK ile hiç kesmedi. 2001 yılında teklif edilen TÜBİTAK Bilim Kurulu Üyeliğini tekrar kabul etti. Ama uyum sağlayamadı. Yeni Hükümetin Bilim Kurulu'na ve Başkanlığa gereken atamaları yapmamasıyla, TÜBİTAK zaten çalışamaz duruma getirilmişti ve başkan da ayrıldı. Hükümet yeni bir başkan atamak istedi ama asaleten yapamadı, Başkanvekili olarak atama yapıldı. Bu sürecin birilerine fatura edilmesi gerekiyordu, TÜBİTAK’ın önceki Başkanı, Bilim Kurulu eski üyeleri, üniversitelerden görevlendirilmiş akademisyenler kendilerine "haksız ödeme" yapıldığı gerekçesiyle sorumlu tutularak haklarında trilyonlarca TL'lik zimmet davaları açıldı. Tabii, TÜBİTAK tutkusu Mithat Hocamı da bu sürecin içine çekmişti. Mahkeme sürecinde Mithat Hocam her duruşma için İstanbul’dan Ankara’ya geldi, ta ki hakim “Hocam, sizin gelmenize gerek yok” deyinceye kadar… Tabii ki, bu olayla birlikte TÜBİTAK sevdası da TÜBİTAK’tan ümitleri de bitti. Bir müddet sonra da benzer bir hayal kırıklığını Türkiye Bilimler Akademisinin hükümet zoruyla bilimle ilgisinin kesilmesinde yaşadı. Şeref üyesi olduğu Bilimler Akademisinden birçok meslektaşı gibi istifa ederek ayrıldı. Hocamızın karakteri ve yaşam felsefesi ile özdeşleşmiş meziyetleri bizlere çok şey öğretti. Bizden sonra gruba katılanlarla birlikte bir aile olduk. Bilenler hak verecektir, hem Mithat Hocam hem de eşi Güner Hanım bizleri kendi çocuklarından ayırmadılar. Bu AİLE sıcaklığını kendi çocuklarımız bile hissederek Mithat Hocaya “DEDE” demeyi tercih ettiler, hala da aynı şekilde hitap etmeye devam ediyorlar. Mithat İdemen ve öğrencileri eşleriyle birlikte (2009). İTÜ Elektrik Fakültesi’ndeki görevinden 1997 yılında emekli olan Mithat İdemen önce Işık Üniversitesi’nde daha sonra Yeditepe Üniversitesi’nde çalıştı. Halen Okan Üniversitesi’nde yarı zamanlı olarak çalışmalarını sürdürmektedir. 1997 yılından bu yana yani 16 yıldır tek başına çalışıyor. Ders veriyor, ama bilimsel çalışmalarını tek başına yürütüyor. Ne yazık ki yeni gençleri yetiştiremiyor… Mithat Hocamın bu güne kadar sekiz bilim insanı yetiştirdiğini, bu kişilerin hem yüksek lisans hem de doktora çalışmalarını yaptırdığını ve bu insanların Türkiye’de ve yurt dışında öğretim üyesi olarak başarılı çalışmalar yürüttüklerini biliyorum. YÖK Ulusal Tez merkezinde arama yaptığınızda Prof. İdemen’in danışmanlık yaptığı son çalışma 1996 yılına ait. Yani 1996 yılından beri hiçbir genç bilim insanı veya adayı Mithat Hocanın bilgisinden, birikimlerinden yararlanma fırsatı bulamamış.
Prof. İdemen ve öğrencileri Adana’da Çukurova Üniversitesi’nde (2009) Yurt dışında Mithat İdemen gibi bir kişi değil dışlanmak her türlü imkanlarla beslenerek insan yetiştirmesi sağlanır. Çünkü böyle kişiler o ülkenin ulusal kaynağıdır ve kimsenin kendi keyfine bu üstün nitelikli insanları sistem dışına çıkarmak lüksü yoktur. Bunu yapanın hesabını da verebilmesi gerekir. Ne yazık ki, ülkemizde böyle bir ahlak yok... Keşke olsaydı da ben de Mithat Hocayı sistem dışına sürükleyen rektöre yaptıklarının neye yaradığını sorabilseydim. Bilimden anlamayan, bilimsel çalışmaları olmayan “bilim insanları”nın bilimin değerini takdir etmesi mümkün değildir. O günlerde bu süreçlerde katkısı olanlar eminim bugün köşelerine çekilmiş oturuyorlardır.
Mithat İdemen ve eşi Güner hanım Karatepe Aslantaş Açık Hava Müzesini gezerken. Bilinmesinde fayda olduğu için söylüyorum, 1996’dan bu yana Mithat Hocanın birçok makalesi dünyanın saygın dergilerinde yayınlandı, eski kitaplarının yeni baskılarını hazırladı, Türkçe ve İngilizce yeni kitaplar yazdı ve yazmaya da devam ediyor…
Mithat İdemen ve ağabeyi Baki İdemen evde birlikte. 2013 yılının 28 Şubat günü Mithat Hocam eski öğrencilerinin bir kısmına bir mesaj göndermiş, diyor ki: Sevgili çocuklar, Hepinizi bir arada görmek artık çok eskilerde kaldı. Bölük pörçük haberler doyurucu olmuyor. Gene de iyi olduğunuzu duymak yetiyor. Son makalem belki ilginizi çeker. Basit ama hoş gibi. Görmek isterseniz şu adreste açık: http://www.scirp.org/journal/am Hepinize sevgiler, iyi günler. Mithat Bilmiyorum başka söze gerek var mı? Keşke olayları başka türlü yaşatmayı başarabilseydik… NOT: Bu yazının kısaltılmış hali 15 Kasım 2013 tarihli Cumhuriyet Gazetesinin Bilim ve Teknoloji ekinde yayınlanmıştır (CBT 1391 – 18,19).
![]() |
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |