![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
Site İçi Arama |
ÇETİN REMZİ YÜREĞİR'DEN 17-25 ARALIK OPERASYONLARI
/**/
Yazar: ADANA FİKİR PLATFORMU | Tarih: 30/07/2014 | Saat: 23:4017-25 ARALIK DARBE GİRİŞİMİNE MEĞERSE NEDEN KALKIŞILMIŞ?
Çetin Remzi YÜREGİR, 27.07.2014 http://www.yeniadana.net/web/YaziDetay.aspx?id=5657 Kin, nefret, bölme-ayrıştırma, suçlama ve hakaret. Kendi affedilemez hatası ile devletin içine sızdırılmış ve kimi gizli saklı hesaplara hizmet eden unsurlardan zarar görmesi üzerine başlatılan o 'paralel yapı' operasyonları. Böylece kamu yönetiminin, başta yargı ve güvenlik güçleri olmak üzere, asli organlarını darmadağın eden, devletin saygınlığını bir çırpıda ayakaltına alan, hukuka dayalı olduğu kuşkulu soruşturmalar. Daha nesini sayalım derken Erdoğan'ın Cumartesi günü Diyarbakır mitinginde 'çözüm süreci' ile ilgili sergilediği yaklaşım, bunları da aşan bir ulusal tehdit biçiminde ortaya çıkıverdi. Anımsanacağı üzere Erdoğan 16 Kasım 2013 günü Diyarbakır'da düzenlenmiş olan mitingde 'çözüm sürecini', değerli dostum dediği Mesut Barzani'yi de işe katacak boyutlara taşımış, orada ilk kez 'Kürdistan' ifadesini kullanmıştı ve Cumartesi günü yine Diyarbakır'da kürsüden şöyle konuştu: "Bundan 8 ay önce Diyarbakır'a geldim. Diyarbakır'da tarihi bir günü yaşadık. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani katıldı. 38 yıl vatanından uzak yaşayan sanatçı Şivan Perver vatanına, toprağına döndü. İbrahim Tatlıses buraya gelerek sizlere seslendi. Ne dediler 'Meğri' dediler, 'Ağlama Diyarbakır' dediler. Diyarbakır o gün yine ağladı ama bu kez sevinçten ağladı. Diyarbakır umutla ağladı. Yıllardır aradığı huzuru bulduğu için ağladı. O gün Diyarbakır’la birlikte Trabzon, Antalya, İzmir Ankara, Erzurum, İstanbul ağladı." Ve de arkasından 17-25 Aralık 'darbesini' AKP'nin Cumhurbaşkanı adayı ' şöyle bir gerekçeye bağlayıverdi: "81 vilayetin sevinç gözyaşlarından birileri rahatsız oldu. O malum medya, malum muhalefet partileri Diyarbakır'daki kardeşlik fotoğrafından rahatsız oldu. Bunu gölgelemek için uğraştılar. 17-25 Aralıkta darbe girişiminde bulundular. Çözüm sürecini hedef aldılar. Gezi olayların arkasındaki gerçek aktörleri sizler iyi tanıyorsunuz. 17 ve 25 Aralık darbe girişimi arkasındakileri sizler çok iyi biliyorsunuz. Faili meçhullerin arkasında kim varsa bu saldırıların arkasında da aynı kişiler var. Bütün bu karanlık güçler el ele verdiler, Ak Parti iktidarını nasıl çökertiriz gayreti içine girdiler." Herhalde hep şu husus gözlerden saklanmak isteniyor: Erdoğan'ın 'darbe' vurgusu ile sürekli ortaya sürdüğü 17-25 Aralık skandalının, ne hükümet ne de devlet açısından bunların tüzel kişilikleriyle ilgili bir tarafı bulunmamaktadır. Ortaya atılan o günlerdeki suçlamalar tümüyle kimi hükümet üyelerinin kişisel icraatlarını ve de bunlarla ilgili olarak doğan sorumluluklarını hesaba çekme hedefine yöneliktir. Parlamentonun denetim mekanizmalarının çalıştırılması ile giderilebilecek arızalardan ibarettir. Bu arızaların saptanması halinde ne hükümete ne de devlete bir zarar gelemez. Sadece sorumlu kişiler suçlu ve kusurlu bulunurlarsa onlar tasfiye edilirler, o kadar! Hal böyleyken ve kendisiyle yakın çevresinin sorumluluklarını örtbas etme çabasıyla girişilen diğer paralel yapı operasyonlarından da öteye geçmektedir Erdoğan. Ulusu etnik ayrıştırmayla bölerek ülkede çoklu halkların varlığını, tüm anayasal kurum ve kurallara rağmen, tescil ettirme amacını güden Çözüm sürecine muhalefet eden kimi çevrelerin '17-25 Aralık Darbesini' sahneye koyduğunu söylemesi hiçbir mantığa uymamaktadır. Eğer 'Çözüm Süreci' anayasal kurallara uygun bir icraat örneği ise, siyasal iktidar yapısı bu yöndeki kararları uygulamayı sürdürür. Başta ister Erdoğan'ın kendisi ve arkadaşları, isterse yerini alacak bir başka kişi ve kader arkadaşları olsun, bir şey değişmez. Yeter ki devlet organları düzenli ve uyum içerisinde çalışmasından alıkonulmasın. Öyleyse Erdoğan'ın 'darbe' dediği ve sadece kişilere yönelik soruşturmaların, düzenli ve dürüst çalışan siyasal iktidar yapısına tümden zarar vereceği kabul edilemez. Bu gerçeği dikkate alırsak görürüz ki Erdoğan'ın seçim kampanyasında her kesime, yöreye ve de konjonktürel olaylara yönelik aykırı mesajlar verip, etrafa suçlamalar yağdırmaya kalkışması artık tam bir 'sitkom' tablosuna dönüşmektedir. Bir yerde polisi, adalet mensuplarını diğer yerde dışa dönüp İsrail'i ya da ABD'yi, Birleşmiş Milletleri ağır hakaretlerle karşı karşıya bırakması giderek yarışına girdiği makamın gelecekteki saygınlığını da zedelemeye başlamaktadır. Erdoğan'nın PKK saldırıları ve yarattığı terör ile ülke bütünlüğü tehdit edişini bir kalemde ters yüz ederek söylediği şu sözlere ne demeli? "Terörün varlığı üzerinden birileri güç devşiriyordu. Terör bahaneydi, çetelerin faili meçhullerin üzeri örtülüyordu. Terör bahanesinin arkasına saklanarak devlet içindeki çeteler, hukuksuzluk yapıyordu. Hiçbir silah demokrasi ve hukuk içinde savunulan meşru talepten daha güçlü değil. Yıllarca bu ülkeye sahibi gibi davrananlar Türkiye değiştikçe çözüm süreci ilerledikçe ellerindeki imtiyazların kaybolduğunu biliyorlar. Biz bu çözüm sürecine başımızı koyduk gövdemizi koyduk canımızı koyduk. 77 milyon bu topraklarda bu bayrağın altında birlikte geleceği inşa ediyoruz. Yeni Türkiye 23 Nisan 1920'deki o manzarayı yeniden çiziyoruz. Türkiye'yi kuruluş ruhuna döndürüyoruz! " Kime ne kadar inandırıcı ve ciddi geliyor bu söylem orasını bilemeyiz ama Anayasamızın 104. Maddesinde halen "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir," hükmü uyarınca görev yapılacak bir makama aday olan bir kişiye bu sözler ve davranışlar kesinlikle uygun düşmemektedir. 1984'ten bu yana Türk ulusunun birliğini ve Türkiye'nin bir yurt olarak bütünlüğünü savunmak için her türlü mücadeleye girenleri, bu alanda canlarını esirgemeyenleri bir kalemde silivermenin kabul edilebilecek bir yanı var mıdır? Türkiye Cumhuriyeti'nin geçmişinden gelen varoluş savaşımlarını görmezden gelerek, sırf Diyarbakır ve çevresinden gelmesini beklediği ve yüzde otuz beş olarak laf arasında söylediği oyları pekiştirmek adına her satırı ve kelimesiyle Anayasa'daki görev tanımına aykırı söylevler vermesi, gerçekten ilerisi için bir 'ulusal tehdit' manzarası ortaya koymuyor mu? Bu mudur Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Milletinin birliğini temsil etmeye aday olmak? ![]() |
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |