![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
Site İçi Arama |
İnanç ve Milliyetçilik Üzerine Siyaset Doğru mu?
/**/
Yazar: OKTAY GÜRSOY | Tarih: 14/07/2008 | Saat: 16:18
Uzun yıllardır hep düşünürüm, acaba din, mezhep ve inanca dayalı siyaset doğru mu? Sanki bu kavramlar insanları katagorik bölünmelere zorluyor gibi geliyor. Ülkemiz nüfusunun %99 unun Müslüman olduğu biliniyor ancak bazıları bunun içindeki mezhep ayrılıklarına kafayı takıyor. Hemen ‘bizden’ ve ‘onlardan’ grupları oluşuyor. Hatta daha ileri gideren alt mezhep grupları ortaya çıkıyor. Tarikatlar ortaya çıkıyor ve çıkara dayalı olduğu için birden yaygınlaşıyor. Bazıları, kendilerini yetkili kılarak, insanları aynı mezhepten olsa bile dini inançları değerlendirilerek tanrı katında olması gereken değerlendirmeler ve hükümlerle, dini bütün, iyi Müslüman, cennetlik, dinsiz, zındık vs gibi sınıflamaktadırlar.
Önce ‘din, mezhep ve inanç’ açısından bakalım. Tarih boyu en çok istismar edilmiş öğelerin başında geliyorlar. Din savaşları, mezhep savaşları, engizasyon mahkemeleri gibi! Gerçekten kimin kimden daha fazla dini inanca sahip olduğunu kim bilebilir. Hele bu demokratik ve laik bir ülkede ise zaten bilinmemelidir de! Kişiler, devlet ve diğer bireyler karşısında eşit olmalıdır. Yandaşlığa fırsat verecek gruplaşmalar, tarikatlar, tekkeler, simgeler olmamalı ki herkes kamu ve özelde tam olarak eşitliğin tadını alabilsinler. Bir mezhep simgesi olarak ayeti kürsi veya zülfikarın taşınması çok sık rastlananlardandır. Aynı biçimde türban bağlamak, takke kullanmak, çarşafa bürünmek, burka giymek vs. vs. Amaç nedir aynıların birbirini tanıması. Bunlar olmasa ne olur? Tamamı aynı olur! İşte bu din tacirleri gözünde son derece mahsurludur. ‘Mutlak bizimkiler farklı olmalı!’ mantığı ağır basar. Sonra siyaset girer işin içine ‘Bizim amacımız bizimkileri nemalandırmaktır’ düstur. Yüzyıllardır kullanılan ‘baş örtüsü’ siyasi simgeleştirilmiş be ‘Türban’ olmuştur. Sonuç: İnsanlar son derece basit bir konuda bölünmüş ve bölünmez bütünlüğü ile övünülen Türk toplumu iki taraflı kamplara bölünmüştür yapay olarak. Ancak aklın yolu birdir ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay’ın kararları doğru zamanlamayla önlemlerini almıştır.
Dini istismar ederek büyük servetler ve siyasi güç edinmiş Suudi, İran’lı, Irak’lı, Lübnan’lı, Cezayir’li, Libya’lı, Sudan’lı Müslüman liderler çok iyi bilinmektedir. Pek çok Avrupa ve Amerika Ülkelerinde de kiliseler ve onların liderleri aynı biçimde dini istismar etmektedirler. Küçücük bir Vatikan’ın ne denli zengin olduğu herkesçe paylaşılan olağan bilgidir. Bakın bu konunun ne kadar prim yaptığına Avrupa’da pek çok siyasi partinin adında ‘Hıristiyan’ sözcüğü dini istismar için konulmuştur. Gerek Avrupa ve gerekse Amerika hızlı bir biçimde kökten dinciliğe doğru sürüklenmektedir. Bazı liderler dil sürçmesi olsa da, ‘haçlı seferleri’ni yeniden başlatmayı ve din savaşlarına ılımlı baktıklarını dahi ima etmektedirler. Nasıl Fransızların, Kuzey Afrika ülkelerinde yaptıkları aslı din ve milliyetçilik kökenli katliamlarına Avrupa ve Amerika sessiz kaldıysa, Bosna-Hersek olaylarına maalesef bütün batı ülkeleri Fransız kalmıştır. Diğer yandan ‘Milliyetcilik’e bakalım. Nedir milliyetçilik? Yine yaygın olarak tanımlanan haliyle milliyetçilik ‘Türkiye sınırları içinde yaşayan, ve Türkiye’yi erişilmesi güç ekonomik, kültürel, sosyal, sportif, bilimsel amaçlara ulaştırmak için var gücü ile çalışan ve bu ülkenin vatandaşı olmaktan sonsuz mutluluk ve gurur duyan ve onun kutsal simgesi olan ay yıldızlı bayrağımızı en yükseğe taşımaktır’. Bu da siyasi amaç için kullanılamaz. Kimse kimsenin milliyetçiliğini ölçemez, ölçmemelidir de. Milliyetçi olunmaz, çünkü her vatandaş en üst düzeyde milliyetçi olmak zorundadır.
Bütün bu öğelerin siyasi amaçlı kullanılmadığı bir dünyada her şeyin daha güzel, insanların daha sevgi dolu olacağı mutlaktır. Şöyle hafızamızı zorlamadan 100 Yıl Mezhep Savaşlarını, Haçlı Seferlerini, Şah İsmail-Yavuz Sultan Selim mezhep savaşını, El Kaidayı, Hizbullahı, Hamas’ı düşünelim ve insanların sadece inançları için öldürülmelerinin ne kadar acı olduğunu anlayalım. Sırf insanlar milliyetleri için dışlandığını, ırkçılık yapılarak milyonlarca insanın katledildiğini kabul edelim ve Hitler’i, Musolini’yi, Franko’yu, İdi Amin’i bir kez daha nefretle analım. Ülkemizde son zamanlarda ortaya çıkmış olan kamplaşmanın da arkasında bu yatmaktadır.
İnşallah yakın bir zamanda ülkeleri ve dünyayı yönetenler, önce kendi anayasalarına ve hemen sonrasında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne din ve milliyetçiliğin siyasi amaçlı kullanılmalarını, insanlık suçu kabul eder, yasaklanmaları yönünde tedbirleri net ve açık bir biçimde koyarlar. Böylece çağdaş insan daha barışçı, daha sevgi dolu ve mutlu olur. İnanıyorum ki bu sonuç çok yakında gerçekleşecektir. Yeter ki inanalım. ![]() |
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |