![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
|||
Site İçi Arama |
YÜKSEKÖĞRETİM SİSTEMİMİZİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI
/**/
Yazar: HAMİT SERBEST | Tarih: 13/05/2011 | Saat: 16:34Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı 10 Mart 2011 tarihinde “Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılmasına Dair Açıklama” yayınlamıştır. Açıklamaya YÖK’ün web sayfasından (https://basin.yok.gov.tr/?page=duyurular&v=read&i=248) erişilebilir. Yapılan açıklamada; Yükseköğretim alanında bugün gelinen noktada sorunlar ve sorunlu alanlar için lokal çözüm arayışlarına yönelme yerine yükseköğretim sistemimizin yeniden yapılandırılmasının gerekli olduğu bildirilmiştir. Yükseköğretim Kurulu’nun koordinasyonunda gerçekleştirilecek yeniden yapılandırma çalışmalarında esas alınacak amaç ve ilkeler başlıklar itibariyle hemen her kesim tarafından kabul görecek hususlardır. Ancak, bu çerçeve için verilen ayrıntılar ise yükseköğretim sisteminin tamamen bir ticari sektöre dönüştürüleceği izlenimini vermektedir: Ayrıca, Yükseköğretim Kurulu 27-29 Mayıs 2011 tarihlerinde “Uluslararası Yükseköğretim Kongresi: Yeni Yönelişler ve Sorunlar” Kongresi düzenleyecektir. Kongrede Türkiye ve dünyada yükseköğretim ile ilgili yöneliş ve öngörülerin tartışılacağı bilimsel bir forum oluşturulması, yükseköğretim ile ilgili temel sorunlarımıza yönelik inovatif ve stratejik yaklaşımların ortaya konulmasının amaçlandığı ifade edilmiştir. Değişik çevrelerce sık sık dile getirilen “özel üniversite” veya “kar amacı güden üniversite” kavramı YÖK tarafından da resmen dillendirilmiş durumdadır. Nasıl bir yükseköğretim modeli tartışmasına girmeden yükseköğretim sisteminin işlevlerini hatırlamak gerek. Sistemin çıktıları nitelikli insan gücüdür, ülke ekonomisinin tüm süreçlerinde yer aldığı gibi yükseköğretim sisteminin girdisini oluşturan öğrencilere de eğiticilik yapar. Bu yönüyle yükseköğretim sistemi, tüm eğitim sisteminin etkinliğini belirleyebilecek bir özelliğe sahiptir. Yükseköğretim öncesindeki eğitim kademelerinde öğretmenlik yapacak kişiler yükseköğretim sisteminde eğitim almaktadır ve bu kişilerin eğitici olarak edinecekleri nitelikler, verecekleri eğitimin de niteliğini doğrudan etkileyecektir. Diğer taraftan ülkenin Ar-Ge sisteminin en önemli unsuru olan araştırıcı personeli de yükseköğretim sisteminin çıktısıdır ve ülkenin teknoloji geliştirme yeteneğinin belirleyicisi konumundadır. Bu nedenle üniversite modeli hakkında görüş belirlenirken, yükseköğretim sisteminin bu çok yönlü etkisi göz önüne alınarak yükseköğretimde okullaşma oranının yükseltilmesi, niteliğin iyileştirilmesi, yönetim vb. sorunları bir arada irdelenmelidir. Dershanelerin öğrenci ve ailelerinde, üniversiteye girişin ana kapısı olarak göründüğü ve eğitim sisteminin “olmazsa olmazı” haline geldiği açıktır. Böylesine geniş bir etki alanı oluşturan dershane sisteminin ciddi ekonomik etkileri de vardır. Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Yüksek Öğretim Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda “TED, Üniversiteye Giriş Sisteminin Ailelere ve Topluma Maliyeti Araştırması” kaynak gösterilerek, üniversite giriş sınavına hazırlık için yapılan yıllık harcama tutarı 2.9 milyar ABD Doları olarak verilmiştir. Aynı raporda 2001-2002 yılında dershane sayısı 2 bin 2 iken 2004-2005 yılında 2 bin 984’e yükseldiği ve öğrenci sayısının da aynı dönemde 379 bin 463’ten 784 bin 565’e ulaştığı belirtilmiştir. O nedenle, yükseköğretime giriş için dershanelerin mevcut işlevlerini kaldıracak ve onları eğitim sistemimizin alternatifi olarak görülmekten çıkaracak bir yöntem mutlaka izlenmelidir. Bu husus, hem üniversite giriş koşullarının hem de böylesine büyük bir ekonomik güce erişmiş, sektör haline gelmiş dershanelere farklı bir iş alanı bulunmasının incelenmesini gerektirir. Dokuzuncu Kalkınma Plan Dönemi’nin sonuna yaklaşıyor olmamıza ve Plan’da “Ortaöğretim ve yükseköğretime hazırlık dershanelerinin özel okullara dönüştürülmesine yönelik teşvikler sağlanacaktır” denmesine rağmen henüz hiçbir şey yapılmamıştır. Ayrıca yine Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda “Eğitim sisteminin etkinliğinin artırılması, eğitime ayrılan kaynakların daha verimli kullanılması, öğrenciler ve aileleri üzerindeki mali, sosyal ve psikolojik yüklerin hafifletilmesi amacıyla eğitim sistemi, sınav odaklı yapıdan kurtarılacaktır. Yükseköğretime giriş sistemi; öğrencileri programlar hakkında yeterli düzeyde bilgilendiren, ilgi ve yeteneklerini ortaöğretim boyunca çok yönlü bir süreçle değerlendiren, okul başarısına dayalı ve müfredat programlarıyla daha uyumlu bir yapıya kavuşturulacak” denmiştir. Sistemi sınav odaklı yapıdan kurtarmak yerine sınav sayısı artırılmış ve son yaşanan olaylar ile de sınavlara ve sisteme olan güven tamamen kaybolmuştur. VIII. 5 Yıllık Kalkınma Planı’nda yükseköğretimin “Bürokratik ve merkeziyetçi yapıdan kurtarılacağı, sistemde rekabeti geliştirici düzenlemeler yapılacağı, üniversitelerin idari, mali ve bilimsel özerkliklerinin güçlendirileceği, Yükseköğretim Kurulu’nun üst düzeyde uzun dönemli planlama ve koordinasyon işlevini yürütecek bir yapıya kavuşturulacağı” ifade edilmiştir. Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda ise “Yükseköğretim Kurulu’nun standart belirleme, koordinasyon ve planlamadan sorumlu olacak şekilde yeniden yapılandırılacağı, yükseköğretim kurumlarının, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda idari ve mali özerkliğe sahip olmaları ve yerel özelliklere uygun şekilde uzmanlaşmaları sağlanarak, sistemin rekabetçi bir yapıya kavuşmasının destekleneceği” yazılmıştır. Bu görüşleri sıradan herhangi bir kişi veya kurum dile getirmemiştir. Bunlar devletin en üst yönetim organlarından olan Başbakan’ın başkanlığında, Başbakan’ın belirleyeceği sayıda bakanlar ile Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarından oluşan Yüksek Planlama Kurulu’nun görüşleridir ve TBMM tarafından da onaylanarak Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bilindiği gibi 8. ve 9. Kalkınma Plan dönemlerinde aynı siyasi iktidar görev yapmaktadır. Dolayısıyla yükseköğretimde “yeniden yapılanma” kavramının birdenbire ortaya atıldığı bu süreçte yukarıda belirtilen düzenlemelerin bugüne kadar niye yapılmadığı merak konusudur. Benzer şekilde kalkınma planlarında olmakla birlikte aşağıdaki hususlarda da niçin bugüne kadar hiçbir şey yapılmadığı sorulmalıdır:
Üstelik bunların hiçbirisinin herhangi bir yasal düzenleme gerektirmediğini sadece “niyet” konusu olduğunu da özellikle belirtmek gerekir. Sekizinci Kalkınma Planı’nda ve önceki planlarda var olan “Yükseköğrenimli İnsangücü Arz Projeksiyonu” Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda yoktur. Sekizinci Plan’da 2000 yılındaki yükseköğrenimli insan gücü arzının 1 milyon 577 bin 400 olduğu ve 2005 yılında 1 milyon 942 bin 100 olacağının tahmin edildiği belirtilmiştir. Yani 5 yılda 364 bin 700 artış öngörülmüştür, ama yükseköğretim sistemimizin bir yılda verdiği mezun neredeyse bu mertebeyi geçmiş durumdadır. Dolayısıyla yükseköğretimin şimdiki tek tip yapısından kurtarılarak gerekli mekanizmalarla birlikte rekabete açık hale getirilmesi; ön lisans, lisans ve lisansüstü eğitim programlarının, ülke ihtiyaçları ve egemen olunması istenilen teknolojiler göz önüne alınarak yeniden düzenlenmesi gereklidir. Bu arada Türkiye gibi büyük bir genç nüfusa sahip olan ülkede, okullaşma oranının artırılması tabii ki önemli bir hedeftir; ancak burada eğitimin niteliğinin önemi ikinci plana atılmamalıdır. Ayrıca okullaşma oranlarının artışında ve yükseköğretim sistemine ilişkin politikaların belirlenmesinde Ülkemiz ihtiyaçlarının göz önüne alınması zorunludur. Ülkemiz çalışan nüfusunun eğitim düzeyi gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında oldukça yetersiz kalmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ülkemizde 6 yaş ve üzeri nüfusumuzun bitirilen eğitim düzeyine göre durumunu belirlemiştir: (i) okuma yazma bilmeyen veya bilen fakat bir okul bitirmeyen nüfus 18.189.471, (ii) ilkokul veya ilköğretim mezunu nüfus 29.956.436, (iii) ortaokul veya ortaöğretim mezunu nüfus 13.175.148, (iv) yüksekokul veya fakülte mezunu nüfus 4.320.813, (v) yüksek lisans mezunu 279.268 kişi, (vi) doktora mezunu is 95.500 kişidir. Bu veriler ülkemizin tek sorununun okullaşma oranını yükseltmekten ibaret olmadığının en açık kanıtıdır. Bu gerçeği göz ardı edip sadece yükseköğretimdeki okullaşma oranının yükseltilmesine odaklanmanın ülke gerçekleri ile bağdaşacak bir yanı yoktur. O nedenle, her yaştaki ve düzeydeki insan gücümüzün eğitim düzeyindeki artışları hızlandırarak devam ettirme zorunluluğumuz bulunmaktadır. ![]() |
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |